8 Kasım 2013 Cuma

Ontoloji kavramı/BİR

PDF için tıklayınız...Ontoloji kavramının tarihini araştırmak, bir yerde bütün felsefe tarihini tüm inişleriyle ve çıkışlarıyla, krizleriyle ve derlenip ileri sıçrayışlarıyla, teoloji karşısında varlığını savunması ve meşru kılma çabasıyla, bütün iç çelişkileri, iç çatışmaları ve bütünlüğüyle, teolojinin tahakkümünden kurtulup özgürleşme ve kendisini yeniden kurma çabasıyla araştırmak gibidir. Zira felsefenin başlangıcında, hiçbir şekilde küçümsenemez büyük bir ontolojik dönüş vardır. Felsefe, insanlığın düşünce tarihinde büyük bir epistemolojik devrim olan mitostan logosa, mitolojiden bilime, dünyaya, doğaya ve insana dair teolojik bakıştan bilimsel-felsefi bakışa geçiş ile başlar. Kısacası; insanlığın düşünce tarihinde ontolojik dönüş için olan epistemolojik devrim aynı zamanda felsefenin, yani evrene ve dünyaya, doğaya ve insana felsefi bakışın da başlangıcıdır. Neden? Burada “ontolojik dönüş” olarak adlandırdığımız şey nedir? Söz konusu olan “epistemolojik devrim” nedir? Ontoloji nedir?

Ontoloji Kavramının Etimolojik Kökeni ve Anlamı
Ontoloji kavramı (alm. Ontologie, fr. ontologie, ing. ontology, lat. ontologia), eski Yunanca on ve logos kavramlarından türetilmiştir. Burada on (gen. ontos) kavramı, varolan ve logos kavramı, kuram (bilim, öğreti, teori) anlamına gelmektedir. İki kavram beraber Türkçede Varlık Felsefesi olarak adlandırdığımız felsefi disiplinin adına kaynaklık eder. Bu felsefi bilim dalı, eski Türkçede mebhas-ı vücud olarak tanımlanırdı. Ontoloji’nin Varlık Felsefesi olarak betimlenmesi, ilk defa Alman felsefecisi Rudolph Göckel tarafından Latince philosophia de ente (varlığın felsefesi) olarak yapılmıştır. O halde, temel kuramsal felsefi bir disiplin olan Ontoloji’den ‘varlık felsefesi’ni anlıyoruz.

Ontoloji Kavramının Ortaya Çıkışı
Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar “ontoloji” kavramının ilk defa Rudolph Göckel ya da Latinceleştirilmiş adıyla Rudolph Gocklenius (1547 – 1628) tarafından 1613 yılında Lexicon philosophicum (Felsefe Sözlüğü) adlı eserinde kullandığından hareket ederdik.[1] Fakat bugün artık kavramın Gocklenius’un Felsefe Sözlüğü’nün yayınlanmasından yedi yıl önce yayınlanan başka bir eserde, Jacob Lorhard tarafından 1606 kullanıldığını biliyoruz.[2] Bugün mevcut olan bilgilerimizin ışığında kavramın ilk defa Latinceleştirilmiş adıyla Jacobus Lorhardus’un (1561 – 1609), Ogdoas Scholastica (Skolastik Tanrı) olarak kısaltılan eserinin başlığında kullanıldığını biliyoruz.[3] Bu eserin 1613 yılında Theatrum philosophicum (Felsefi Tiyatro/Felsefe Sahnesi) yeni başlığı altında Lorhardus’un ölümünden dört yıl sonra yapılan ikinci baskısında kavram artık kapakta değil, ama kitabın içinde kullanılmaya devam eder. Buna karşın Göckel, Felsefe Sözlüğü’nde kavrama kısaca işaret edip geçse de kavramın hangi anlamda alınması gerektiğine ilişkin bir ‘sanki tanım’ sunar –ki bu, kavramın bugün Türkçeleştirilmiş kullanımına denk düşer. Göckel, ontolojiyi (ontologia), “philosophia de ente” (varlık felsefesi) olarak tanımlıyor.[4] Ontoloji kavramı, bugün hala yaşayan bir dilde muhtemelen ilk defa 1663 yılında İngilizcede kullanılmıştır.[5] Almancada ilk defa Johan Georg Walch’ın (1693 – 1775) 1726 yılında yayımlanan Philosophisches Lexicon’da (Felsefe Sözlüğü’nde) kullanılmıştır.
Felsefenin Kuramsal-Felsefi Bir Dalı Olan Ontoloji’nin Konusu
Ontoloji ya da Varlık Felsefesi, bugün felsefe ve bilimler sistemi içinde zamanında Aristoteles’in felsefenin bir dalı olan “ilk felsefe” olarak Metafizik’e atfetmiş olduğu işlevi görmektedir. Buna göre Metafizik, Ahmet Arslan’ın çevirisiyle:

“Varlık, olmak bakımından varlığı ve ona özü gereği ait olan ana nitelikleri inceleyen (felsefi –DG) bir bilim” dalıdır. “Bu bilim özel bilimler diye adlandırılan bilimlerin hiçbirinin aynı değildir. Çünkü bu diğer bilimlerden hiçbiri genel olarak varlığı varlık olmak bakımından ele almaz; tersine onlar örneğin matematik bilimlerin yaptıkları gibi, varlığın belli bir parçasını ayırarak sadece bu parçanın ana niteliklerini inceler.”[6]

Buna karşın Metafizik, “varlığı varlık olarak” (“being qua being”)[7] ya da ‘kendinde varlığı’ araştırır. Aristoteles’in burada Metafizik’e atfettiği bu işlev, felsefe ve bilimler sistemi içinde bugün artık Ontoloji’ye atfedilmektedir. Zira Aristoteles’in Metafizik çerçevesinde gergin bir şekilde birleştirdiği Ontoloji ve Teoloji, Ortaçağ’da genel olarak Felsefe ve Teoloji arasında yaşanan yığınla gerginlik ve çatışmadan sonra en geç 18. yüzyılda Christian Wolff’tan sonra artık tamamıyla ayrılmıştır. Bu nedenle en geç 18. yüzyıldan itibaren “varlığı varlık olarak” araştırma görevini artık Ontoloji üstlenmiştir. Varlığı varlık olarak araştırmak, ne demektir? Bu soruyu burada kısaca şöyle yanıtlayabiliriz. Varlığın varlık olarak soruşturulması, varlığın Aristoteles’in deyimiyle “ilk ilkeleri”nin ve “en yüce nedenler”inin araştırılması anlamına gelmektedir.



[1] Örneğin Felix Meiner Verlag’tan 1998 yılında çıkan Wörterbuch der philosophischen Begriffe (Felsefi Kavramlar Sözlüğü), felsefe ve düşünce tarihinde ontoloji kavramının hala ilk defa Rudolph Gocklenius tarafından kullanıldığından hareket eder.
[6] Aristoteles, Metafizik, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 2010, s. 187 – 189.
[7] Aristoteles, Metaphysics, çev. W. D. Ross, The Complete Works od Aristotle, Princeton University Press, Princeton ve New Jersey, vol. 2 içinde, s. 1585 (vurgu orijinal metinde).

30 Ekim 2013 Çarşamba

Ontoloji/BİR

PDF için tıklayınız...Ontoloji kavramının tarihini araştırmak, bir yerde bütün felsefe tarihini tüm inişleriyle ve çıkışlarıyla, krizleriyle ve derlenip ileri sıçrayışlarıyla, teoloji karşısında varlığını savunması ve meşru kılma çabasıyla, bütün iç çelişkileri, iç çatışmaları ve bütünlüğüyle, teolojinin tahakkümünden kurtulup özgürleşme ve kendisini yeniden kurma çabasıyla araştırmak gibidir. Zira felsefenin başlangıcında, hiçbir şekilde küçümsenemez büyük bir ontolojik dönüş vardır. Felsefe, insanlığın düşünce tarihinde büyük bir epistemolojik devrim olan mitostan logosa, mitolojiden bilime, dünyaya, doğaya ve insana dair teolojik bakıştan bilimsel-felsefi bakışa geçiş ile başlar. Kısacası; insanlığın düşünce tarihinde ontolojik dönüş için olan epistemolojik devrim aynı zamanda felsefenin, yani evrene ve dünyaya, doğaya ve insana felsefi bakışın da başlangıcıdır. Neden? Burada “ontolojik dönüş” olarak adlandırdığımız şey nedir? Söz konusu olan “epistemolojik devrim” nedir? Ontoloji nedir?
Ontoloji Kavramının Etimolojik Kökeni ve Anlamı
Ontoloji kavramı (alm. Ontologie, fr. ontologie, ing. ontology, lat. ontologia), eski Yunanca on ve logos kavramlarından türetilmiştir. Burada on kavramı, varolan ve logos kavramı, kuram (bilim, öğreti, teori) anlamına gelmektedir. İki kavram beraber Türkçede Varlık Felsefesi olarak adlandırdığımız felsefi disiplinin adına kaynaklık eder. Bu felsefi bilim dalı, eski Türkçede mebhas-ı vücud olarak tanımlanırdı. Ontoloji’nin Varlık Felsefesi olarak betimlenmesi, ilk defa Alman felsefecisi Rudolph Göckel tarafından Latince philosophia de ente (varlığın felsefesi) olarak yapılmıştır. O halde, temel kuramsal felsefi bir disiplin olan Ontoloji’den ‘varlık felsefesi’ni anlıyoruz.
Ontoloji Kavramının Ortaya Çıkışı
Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar “ontoloji” kavramının ilk defa Rudolph Göckel ya da Latinceleştirilmiş adıyla Rudolph Gocklenius (1547 – 1628) tarafından 1613 yılında Lexicon philosophicum (Felsefe Sözlüğü) adlı eserinde kullandığından hareket ederdik.[1] Fakat bugün artık kavramın Gocklenius’un Felsefe Sözlüğü’nün yayınlanmasından yedi yıl önce yayınlanan başka bir eserde, Jacob Lorhard tarafından 1606 kullanıldığını biliyoruz.[2] Bugün mevcut olan bilgilerimizin ışığında kavramın ilk defa Latinceleştirilmiş adıyla Jacobus Lorhardus’un (1561 – 1609), Ogdoas Scholastica (Skolastik Tanrı) olarak kısaltılan eserinin başlığında kullanıldığını biliyoruz.[3] Bu eserin 1613 yılında Theatrum philosophicum (Felsefi Tiyatro/Felsefe Sahnesi) yeni başlığı altında Lorhardus’un ölümünden dört yıl sonra yapılan ikinci baskısında kavram artık kapakta değil, ama kitabın içinde kullanılmaya devam eder. Buna karşın Göckel, Felsefe Sözlüğü’nde kavrama kısaca işaret edip geçse de kavramın hangi anlamda alınması gerektiğine ilişkin bir ‘sanki tanım’ sunar –ki bu, kavramın bugün Türkçeleştirilmiş kullanımına denk düşer. Göckel, ontolojiyi (ontologia), “philosophia de ente” (varlık felsefesi) olarak tanımlıyor.[4] Ontoloji kavramı, bugün hala yaşayan bir dilde muhtemelen ilk defa 1663 yılında İngilizcede kullanılmıştır.[5] Almancada ilk defa Johan Georg Walch’ın (1693 – 1775) 1726 yılında yayımlanan Philosophisches Lexicon’da (Felsefe Sözlüğü’nde) kullanılmıştır.
Felsefenin Kuramsal-Felsefi Bir Dalı Olan Ontoloji’nin Konusu
Ontoloji ya da Varlık Felsefesi, bugün felsefe ve bilimler sistemi içinde zamanında Aristoteles’in felsefenin bir dalı olan “ilk felsefe” olarak Metafizik’e atfetmiş olduğu işlevi görmektedir. Buna göre Metafizik, Ahmet Arslan’ın çevirisiyle:

“Varlık olmak bakımından varlığı ve ona özü gereği ait olan ana nitelikleri inceleyen (felsefi –DG) bir bilim” dalıdır. “Bu bilim özel bilimler diye adlandırılan bilimlerin hiçbirinin aynı değildir. Çünkü bu diğer bilimlerden hiçbiri genel olarak varlığı varlık olmak bakımından ele almaz; tersine onlar örneğin matematik bilimlerin yaptıkları gibi, varlığın belli bir parçasını ayırarak sadece bu parçanın ana niteliklerini inceler.”[6]

Buna karşın Metafizik, “varlığı varlık olarak” (“being qua being”)[7] ya da ‘kendinde varlığı’ araştırır. Aristoteles’in burada Metafizik’e atfettiği bu işlev, felsefe ve bilimler sistemi içinde bugün artık Ontoloji’ye atfedilmektedir. Zira Aristoteles’in Metafizik çerçevesinde gergin bir şekilde birleştirdiği Ontoloji ve Teoloji, Ortaçağ’da genel olarak Felsefe ve Teoloji arasında yaşanan yığınla gerginlik ve çatışmadan sonra en geç 18. yüzyılda Christian Wolff’tan sonra artık tamamıyla ayrılmıştır. Bu nedenle en geç 18. yüzyıldan itibaren “varlığı varlık olarak” araştırma görevini artık Ontoloji üstlenmiştir. Varlığı varlık olarak araştırmak, ne demektir? Bu soruyu burada kısaca şöyle yanıtlayabiliriz. Varlığın varlık olarak soruşturulması, varlığın Aristoteles’in deyimiyle “ilk ilkeleri”nin ve “en yüce nedenler”inin araştırılması anlamına gelmektedir.





[1] Örneğin Felix Meiner Verlag’tan 1998 yılında çıkan Wörterbuch der philosophischen Begriffe (Felsefi Kavramlar Sözlüğü), felsefe ve düşünce tarihinde ontoloji kavramının hala ilk defa Rudolph Gocklenius tarafından kullanıldığından hareket eder.
[6] Aristoteles, Metafizik, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 2010, s. 187 – 189.
[7] Aristoteles, Metaphysics, çev. W. D. Ross, The Complete Works od Aristotle, Princeton University Press, Princeton ve New Jersey, vol. 2 içinde, s. 1585 (vurgu orijinal metinde).

12 Eylül 2013 Perşembe

Aristoteles/BİR

- I -
PDF için tıklayınız...Filozof deyince sıkça hemen akla üstü-başı pasaklı, saçı-başı dağınık, saçı-sakalı birbirine karışmış kişiler gelir. Bu kanıyı teyit edecek birçok filozof örneği vardır. Fakat bu tür örnekler sadece filozofların arasından çıkmaz. Bu, yaşam biçimine dair bir tercihidir ve herkes bu konuda özgürdür. Tarihsel bir filozof olarak Aristoteles bu genel, filozof yaşamına dair bir tercihi mutlaklaştırıcı kanıyı çürütür. Aristoteles’in yaşamı hakkında en önemli antik kaynak olan Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri’nde Diogenes Laertius, Aristoteles’in giyimine kuşamına çok dikkat eden, saç bakımını çok önemseyen ve takısını da (parmaklarındaki yüzüklerini de) eksik etmeyen bir kişi olarak betimler.
Aristoteles, hali vakti yerinde olan, malı mülkü olan, dönemin zengin bir ailesinden gelir. Babası, Makedon kralı Amintas’ın hem yakın arkadaşı ve doktoruydu. Aristoteles de ailesinin Makedon sarayıyla olan bu yakın ilişkisini sonuna kadar sürdürdü. Zengin ve soylu bir aileden geliyordu. Evet, o zaman bütün zengin ve soylu aileler gibi Aristoteles’in de köleleri vardı. Fakat kendisine hizmet etmiş kölelerin ticaret nesnesine dönüştürülmesine de, alınıp satılmasına da karşıydı. En azından vasiyetinde, ölümünden sonra, “benim evimde hizmet vermiş genç erkek çocukların” (kölelerin) satılmayıp evde tutulmasını ve yaşlarına ulaştıklarında “hak etme durumlarına göre” serbest bırakılmalarını (“özgürlüklerini elde etmelidirler”) buyurmuştur.
Fakat diğer taraftan statü bilincinin ne kadar güçlü olduğunu, vasiyetinde, ölümünden sonra sevgilisi Herpillis’in yeniden evlenmesi üzerine bile düşünmüş olmasında görüyoruz. Zira Aristoteles’e göre, Herpillis, “arzu ederse”, bir başkasıyla evlenebilmelidir. Fakat seçeceği erkeğin Aristoteles’e layık birisinin olmasına dikkat edilmelidir.

- II -
Aristoteles, felsefi duruşunu ve felsefi bakışını, Platon başta olmak üzere genellikle kendinden önceki filozoflarla tartışarak ortaya koyar. Burada “genellikle” diyorum, çünkü Aristoteles’in eserlerinde sürekli işaret ettiği gibi, örneğin biyolojide ve mantıkta olduğu gibi, birçok felsefi ve bilimsel disiplini, örneğin Sofistlerin Çürütmeleri’nde formal mantığa (συλλογισμός/sillogismos/ sillogizme ya da tasıma) ilişkin belirtmiş olduğu gibi, kendi deyimiyle tamamıyla “sıfırdan” kurmak zorunda kalmıştır, çünkü bu konuda daha öncekilerden kalan “kesinlikle bir şey yoktu”. Aristoteles araştırmacıları ve tarihçileri, Aristoteles’in bu iddiasını bugün abartma olarak görür. Zira W. D. Ross’un Analitikler’in 1957 baskısına yazdığı “Giriş”te işaret ettiği gibi, Aristoteles’ten önce de mantık ve mantıklı düşünmenin sorunları ve paradoksları üzerine düşünülmüştür. Fakat Aristoteles’ten öncekilerin hiçbiri, Aristoteles gibi, bağımsız bir denemede (Birinci Analitikler) bunları sistematik olarak ortaya koymayı ve çözmeyi denememiştir. İşte bu bakımdan Aristoteles gerçekten “sıfırdan” başlamıştır denebilir.[1] Sıfırdan başlamadığı birçok durumda da, örneğin mekan ve zaman kuramı üzerine olan tartışmada olduğu gibi, insanlığın bugüne kadar çözmeye çalıştığı uzun ve büyük tartışmaları başlatmıştır.
Başka birçok konuda Aristoteles kendinden önceki filozofların yapmış olduğu çalışmalara dayanabiliyordu. Bu durumlarda, ele alıp incelediği hangi konu ise; ya örneğin Fizik’te olduğu gibi, neredeyse ta baştan itibaren önce kendinden önceki düşünürlerin görüşlerini ele aldığı konu bağlamında özetleyip, tartışarak kendi düşüncelerini sergiler; ya da örneğin Metafizik’te (örneğin 3. Bölüm’de) olduğu gibi önce kendi düşüncesini ortaya koyar ve sonra bunu kendinden önceki filozofların konuya dair düşünceleri ile ilişkilendirerek tartışır. Bazen ortaya koyduğu bir duruşu, gözlemi, düşünceyi ya da ilkeyi desteklemek için de tarihten isimlere gönderme yapar veya onları aktarır.
Farklı kaynaklarda Aristoteles’in kendinden öncekilere sürekli gönderme yaptığına ve felsefesini kendinden öncekilerle tartışarak geliştirdiğine işaret edilir. Ne var ki bunun ne anlama geldiği çok irdelenmez. Fakat kanımca en başta tam da bunun, yani Aristoteles’in düşüncelerini ortaya koyarken incelediği konu bağlamında düşünce, bilim ve felsefe tarihine neden başvurduğu sorusunu irdelemek gerekir. Burada sergilenen yöntemsel yaklaşımdan felsefe yapmanın yöntemine dair de birçok şey öğrenilebilir. Aristoteles, ele aldığı konuları incelerken ve araştırırken düşünce, felsefe ve bilimler tarihine başvururken stratejik olarak birbirini tamamlayan birçok farklı amaç güder. Bunları belki de iki başlık altında toplamak mümkün olabilir.
Birincisi; onun bu yöntemi seçmesinin nedeni, kendi başına bağımsız bir duruş ortaya koyamıyor olmasından kaynaklanmaz. Bu yöntemi seçmiş olmasının nedeni, en başta, onun daha çok felsefeye ve bilimlere tarihsel bir bakışa sahip olmasından kaynaklanır. Bu nedenle Aristoteles aynı zamanda büyük bir felsefe tarihçisidir de. Bugün de geçerli olan bir ilkeye göre, insan, felsefi bir duruş ortaya koymak istediği her hangi bir konuda kendinden öncekilerin neler düşündüğünü, neler ürettiğini, neler ortaya koyduğunu bilmesi gerekir. Felsefe ve bilimler tarihini aynı zamanda bir ilerleme tarihi olarak kavramak gerekir. Ancak bunun sayesindedir ki insan geçmişte düşüncede yapılan yanlışlara düşme, eksikleri sürdürme tehlikesine karşı kendini koruyabilir. Aristoteles, deyim yerindeyse kendinden öncekilere bu negatif yaklaşımı, örneğin Fizik’de uygular. Aristoteles’in bu bağlamda başvurduğu yöntemsel ilkeyi, eski çağda yaygın olarak başvurulan Reductio ad absurdum (Latince: “saçma olana indirgeme”) yöntemi olarak tanımlayabiliriz.
İkincisi; gerek toplumlar tarihinde olsun gerek düşünce, felsefe ve bilimler tarihinde olsun daha öncekilere sadece tarihsel-eleştirel olarak yaklaşılmaz, aynı zamanda sistematik olarak, örneğin bizim bugün çoğu kez Aristoteles’i okumaya çalıştığımız gibi, çağdaş sistematik-eleştirel olarak da yaklaşabilir. Bu durumda eskilerin düşünceleri sistematik olarak yeni yaklaşımlar, duruşlar, bakışlar ve sistemler çerçevesinde faklı biçimde kelimenin olumlu anlamında işlevli kırılabilir. Aristoteles’in kendinden öncekilerin öğretilerine yaklaşırken sıkça bu yöntemsel ilkeye de başvurduğunu görüyoruz. Aristoteles, bunu yaparken iki şeyi aynı anda yapıyor:
Bir; deyim yerindeyse felsefi gelenek ancak bu şekilde oluşabilir –ki bu aynı zamanda felsefe ile teoloji arasındaki önemli bir farka işaret eder. Teolojide gelenek neredeyse sadece olumlama üzerinden oluşturulur. Yeni kuşaklar eski kuşaklara neredeyse bütün özgünlüklerini yok edercesine yapıştırılır.  Teolojiden farklı olarak felsefede gelenek, eleştiri ve olumlama, süreklilik ve kopuş ilkesi üzerinden kurulur. Teolojide eskilerin yaptığı belirlemeler ve betimlemeler genellikle tekrarlanır; felsefede eskilerin sorduğu soru birçok açıdan yeniden sorulur; geliştirdikleri çözüm önerileri yeni baştan sorgulanır. Aristoteles, Fizik’te kendinden öncekilerin geride bıraktığı esere bakarken özellikle neye baktığını bir pasajda bir cümlede ifade ediyor: Eskilerde “iyi sorulmuş sorular” var mıdır? Zira doğru soruyu iyi sormak, çözümün yarısı demektir. Diğer taraftan sorulmuş iyi sorular var ise, bu durumda bunların yanıtına ilişkin geliştirilmiş “iyi çözüm yolları” var mıdır (Fizik Δ(IV) §2)?
Eskiçağ Yunan filozoflarının hemen hepsi, Aristoteles’in bu yaptığını yaptığı için bir okul oluşturabilmişlerdir. Bunun içindir ki antik Yunan’da bir felsefe okulundan bahsedebiliyoruz. Antik Çin’de bir felsefe okulundan ve felsefi bir gelenekten bahsedebilmemizin nedeni de budur.[2]
İki; Aristoteles’in bunu yaparken gerçekleştirmeye çalıştığı ikinci amacı, birincisiyle yakından ilgilidir. Aristoteles, kendisinden önce biriken her şeyi bir araya toplayıp sistemleştirmek ve sentezlemek istiyor. Birikmiş olan bilgi bunu hem mümkün hem de zorunlu kılıyor. Onun, ele aldığı her konunun ta baştan itibaren tarihle bu kadar yakından ilgilenmesinin aynı zamanda bundandır. Bu nedenle Aristoteles’e, antik Yunan felsefesinin ansiklopedik kafasıdır, denir.
Bu söylediklerimizin Aristoteles’ten yöntemsel olarak felsefe öğrenme açısından ne anlama geldiği soruya tekrar dönelim. Yukarıda Aristoteles’in kendinden öncekilere yaklaşırken sergilemiş olduğu ve iki başlık altında toplamaya çalıştığım yöntemsel ilkeye, düşüncenin, düşünce ve felsefe tarihi ile dolayımlanması denebilir. Eğer felsefenin nasıl yapılması gerektiği konusunda Aristoteles’ten öğrenilecek bir şey varsa –ki çok şey vardır-, bu en başta düşüncenin tarihiyle dolayımlı olarak ortaya nasıl konması gerektiğidir. Aristoteles, bu yöntemsel ilkeyi sistematik olarak uygulayan ilk büyük filozoflardandır.

- III -
Michel de Montaigne’in Aristoteles hakkında yaptığı bir belirleme var. Ünlü Denemeler’in değişik baskılarında farklı biçimde aktarılan belirlemede Aristoteles için “Aristote, qui s’interroge sur tout” (“her şeyi araştıran/sorgulayan”) ya da  “Aristote, qui remue toutes choses” denmektedir (I/iii). Son alıntıda kullanılan oldukça farklı anlamları ve zengin içeriği olan remuer fiili İngilizceye bazen “her şeyi karıştıran ve tartışan” bazen ise daha fantezi dolu bir mecaz ile “her tür suda bir cevheri vardır ve her şeyle karışır” olarak çevrilir. Bu kavramı Türkçeye, kelimenin olumlu anlamında, “Aristoteles’in her çorbada tuzu vardır” diye çevirebiliriz. Montaigne’in Aristoteles’e ilişkin yapmış olduğu belirlemenin üzerinde biraz duralım; çünkü bu bize Aristoteles’in hem kişiliğinin hem de geride bırakmış olduğu eserin niteliğini farklı bir açıdan tanımlama olanağı sunacaktır.
Gerek bağlaçtan önceki, gerekse bağlaçtan sonraki bölümde olsun, cümlenin her iki bölümünde de Aristoteles’in her bakımdan evrenselliğine işaret ediliyor. Felsefeye, hemen her bilim dalına ve teolojiye kurucu ilkesel katkılarda bulunmuştur. Felsefede ve bilimlerde bugün artık sorgusuz akademik disiplin olarak kabul edilen birçok disiplin ya Aristoteles tarafından kurulmuş ya da kurucu büyük katkılar yapmıştır. Bunun için, yukarıda Fizik’ten aktardığım bir alıntıya dönecek olursak, Aristoteles’in deyimiyle ya “iyi sorulmuş sorular sormak” gerekir. Eğer her anlamlı bilgi ve bilim pratiğine ilişkin arayışın başlangıcı için gerekli olan iyi sorulması gereken iyi sorular önceden sorulmuş ise, bu durumda sorulan sorulara yanıtlara ilişkin ve anlamlı bilimsel pratik için çözülmesi gereken sorunlara dair “iyi çözüm yolları” geliştirip göstermek gerekir. Aristoteles her iki bakımdan da tam anlamıyla evrensel bir zihinden beklenen katkılar sunmuştur felsefeye ve bilimlere.
Aristoteles’in “her tür suda bir cevheri vardır” demek, ne demektir? ‘Her tür suyun (felsefenin ve bilimlerin bütün dallarının oluşumuna) temel (‘ana maddesel’) katkıda bulunmuştur’ demektir. Bu kadar geniş bir alanda etkin olup kalıcı eserler verebilmenin önkoşulu, her şeyden önce evrensel bir ilgi ve yeteneğe sahip olmaktır. Aristoteles’te hem evrensel bir zihin, hem evrensel bir ilgi, hem de yetenek vardır. Yukarıda Diogenes Laertius’un alıntıladığım eserinde Aristoteles’in 4 yüze yakın kitap yazdığı belirtilmektedir. Bunların bize ancak üçte birinden biraz fazlası ulaşmıştır –ki bunlar Aristoteles tarafından derste kullanmak üzere hazırlanmış notlardan oluşmaktadır, yani yayınlanmak üzere hazırlanmış eserler değildir. Bu nedenle okunması ve anlaşılması zorlaşmaktadır. Burada söz konusu ana maddesel katkı, onun geride bırakmış olduğu eseri, “her şeyle karışır” yani evrensel ve her alanda ‘maya çalınır’ kılmaktadır.
Geride bırakmış olduğu eser bunun en iyi kanıtıdır. Aristoteles’in felsefesi, neredeyse ta başından itibaren uluslararası olmuştur. Birbirine karşı yüzyıllarca savaşmış ulusların ve kültürlerin ortak filozofu olmuştur, yani aynı zamanda uluslar ve kültürler üstü bir filozoftur Aristoteles. Arap düşünce tarihinin “altın çağı”nda “birinci usta”dır Aristoteles. Avrupa Ortaçağı’nda “tek filozof” olma unvanına layık görülmüştür. Bütün Yeniçağ ve Modernlik aynı zamanda Aristoteles’i alımlama ve tartışma tarihidir de. Öyle ki, Jonathan Barnes, “Aristoteles’in, ölümünden sonraki entelektüel tarihini anlatmak, Avrupa düşünce tarihini anlatmak anlamına gelir” demiştir. Aslında Yeniçağ ile birlikte Aristoteles’i okumak ve anlatmak, insanlığın düşünce tarihini okumak ve anlatmak olmuştur; çünkü Aristoteles artık bütün dünyada, Dante’nin İlahi Komedya’da Aristoteles’e atfen kullandığı bir tabir ile belirtecek olursak,  “bilenlerin ustası” olmuştur.


Kaynaklar:
- Ackrill, J.L., Aristotle The Philosopher, Oxford University Press, 1981.
- Barnes, J., Aristoteles, çev. Bahar Öcal Düzgören, Altın Kitaplar, İstanbul, 2002.
- Ross, D., Aristoteles,  çev. Ahmet Arslan vd., Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2011.




[1] Fakat sonraki kuşak filozoflar, özellikle Skolastikçi filozoflar, Aristoteles’in mantık üzerine çalışmalarını bununla sınırlı görme eğiliminde olmuş olsalar da, Aristoteles’in gerçek argümanları yanlış argümanlardan ayırmaya ayırmış olduğu mantık üzerine çalışmaları, sillogismos kuramı ile sınırlı değildir ve mantık üzerine çalışmalarını toplayan Organon’a Retorik de dâhil edilebilir. Hegel’in Mantık Bilimi’nde gösterdiği Aristoteles’in mantık kuramı, kapsayıcı bir diyalektik kuramı çerçevesine de yorumlanabilir.
[2] Zaman zaman felsefenin Türkiye’de neden “yerli” olamadığı konusunda yakınıldığına rastlanır. Kanımca sorunun felsefecilerden kaynaklanan bir yanı, yukarıda Aristoteles bağlamında sergilediğim, tarihiyle ilişkilenme işinin ülkemizde yeterince yapılamaması ile ilgilidir. Hemen her ülkenin felsefi gelenekleri ve sorunları üzerine düşünülür, ama kendi geleneğimizin varlığı ya da yokluğu, varsa sorunlarının neler olduğu konusunda hemen hiç fikir yürütülmez. Türkiye’de filozoflar arasında felsefi tartışmaların çok nadir olması da birçok bakımdan bu durumla ilgilidir.

23 Ağustos 2013 Cuma

ARİSTOTELES ÜZERİNE DERS PLANI I

PDF için tıklayınız...

Aristoteles’in değişim kuramını merkeze alan bir ders taslağı düşününce
aşağıdaki genel okuma planı ve eserlere göre genel derleme ortaya çıkmaktadır.

  1. Aristoteles’in yaşamı ve eserleri
  2. Aristoteles ve Aristotelesçilik
  3. Aristoteles’in Kategoriler’i
  4. Aristoteles’in Fizik’i (Doğa Üzerine Dersler’i)
a.       Kitap I (bölüm 1): Yöntem
b.      Kitap II (bölüm 1 - 3): Doğa
c.       Kitap I (bölüm7, 9): Madde ve Form
d.      Kitap I (bölüm 2 - 4): İyonya Okulu; Parmenides, Melisos ve Anaksagoras
e.       Kitap VII: Platon ve değişim teorisi
f.        Kitap I (bölüm 2, 5 - 7), Kitap V ve VI: Değişim ve Süreklilik, Nicelik ve Nitelik
g.       Kitap IV: (bölüm 1 - 5): Mekân/Uzam, (bölüm: 6 - 9): Boşluk, (bölüm 10 – 14): Zaman, Kitap III: (bölüm 4 – 8): Sonsuzluk
h.      Kitap II ve VIII: Dört Neden Theorisi ve İlk Hareket Ettirici
  1. Aristoteles’in De Generatione et Corruptione'si
a.       Kitap I ve II: Oluşmak ve Çözülmek
  1. Aristoteles’in Metafizik’i
a.       Kitap VII (Z: Zeta (bölüm 13-15): Töz (Platon eleştirisi)
b.      Kitap VII (Z: Zeta (bölüm 4 – 12, 17)): Aristoteles’in Töz teorisi
c.       Kitap VIII (H: Eta): Aristoteles’in Töz teorisi
d.      Kitap IX (Θ: Theta (bölüm 1 -5)): Potansiyel olan (dinamis)
e.       Kitap IX (Θ: Theta (bölüm 6)): Aktüel/Edimsel olan (energiya)
f.        Kitap VIII (H: Eta) ve X (I: Iyota): Bir, Birlik, Çokluk, Benzerlik ve Farklılık
  1. Aristoteles’in De Anima’sı
a.       Kitap III (bölüm 4 - 6): Entelekt (Entelekt nedir?, Pasif ve Aktif entelekt, Basit ve Karmaşık entelekt)
  1. Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik
a.       Kitap V: Adalet nedir?
b.      Kitap X (1 – 5): Haz kuramı
c.       Kitap X (6 – 8): Mutluluk
d.      Kitap III (bölüm 1 -5): Ahlaki erdem
e.       Kitap: III:  Entelektüel erdem
f.        Kitap: VII (bölüm 1 -10): Kendine/iradeye hâkim olmak
  1.  Aristoteles’in Politkas’ı
a.       Kitap III (bölüm 1 – 4): Yurttaş
b.      Kitap IV (bölüm 1 – 10): Devlet adamı ve devlet biçimleri
c.       Kitap V (bölüm 1 -12): Siyasi değişim ve muhafaza etme biçimleri
d.      Kitap III (bölüm 18): İdeal anayasa
e.       Kitap VII (bölüm 1 – 3): En iyi yaşam, politik yaşam, felsefi yaşam

  1. Felsefe ve Bugün Aristoteles

18 Ağustos 2013 Pazar

Felsefede Lisans ve Lisans Üstü Tez Önerisi
Nasıl Hazırlanabilir ve Gerçekleştirilir?

Doç. Dr. Doğan Göçmen
(Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü)





PDF için tıklayınız...Aşağıdaki, gözlemlere, araştırmalar ve kendi deneyimlerime dayanan düşüncelerimi, tez yazmaya karar veren çoğu öğrenci arkadaşımızın genellikle teze nereden ve nasıl başlayacaklarını tam olarak bilmedikleri için ya sonunda tamamıyla vaz geçtiklerine ya da yıllarca zaman kaybettiklerine sıkça tanık olduğum için, yazılı hale getirmeye karar verdim. Tamlık konusunda herhangi bir iddiası olmayan mütevazı ve kısa bir denemedir. Doğal olarak eleştiriye açık, eleştirilmesini arzuladığım herkesin kendi gereksinimine göre herkesin kendi açısından geliştirmesini önerdiğim bir denemedir. Bu kısa denemeyle, tez aşamasına ulaşan ve değişik biçimde aşağıda ele alınan sorularla boğuşan öğrenci arkadaşlarıma, en azından bir yerlerden başlayabilmeleri için kendilerine bir fikir vererek, yardımcı olabileceğimi umuyorum.
Aşağıda ele aldığım konular, tez yazımının bilimsel-yöntemsel boyutuyla sınırlıdır. Muhakkak gerekli olan bilimsel-ahlaksal boyutu şart koşuyorum. Fakat burada bu konuda bir noktaya işaret edebileceğimi sanıyorum: filozofu ve bilimciyi ahlaklı yapan, onun “gerçek nedir?” sorusunu hiçbir zaman için aklından çıkarmaması ve bu soruyu hiçbir taktiksel hesaba feda etmemesidir. Felsefe ve bilimlerde yani akademide ahlaki değerler yarı yolda kalırsa, ödevi insanlığın değerlerini gerçekleştirmek ve böylelikle insanlığı mutluluğa erdirmek olan bilimler de yarı yolda kalacaktır. Bu durumda artık bilimsel bir tez denemesinin ne kadri ne de kıymeti kalır. Bu nedenle bilim etiğin ilk koşulu olan dürüstlük ve alçak gönüllülük, akademik alanda adına layık bir şey olmadan önce olmak zorunda olan şeylerdir.

Çalışılmak İstenen Tezin Başlığı Nasıl Belirlenmelidir?
Felsefe alanında akademik bir tez üretebilmek için öncelikli olarak ortaya konmak istenen tezin başlığı ve var ise alt başlığı belirlenmelidir. Tez çalışması için seçilen başlık, konuya dair geniş ve ayrıntılı okumadan sonra ulaşılan ve tez çalışmasında temellendirilmek istenen “ana tezdir”. Ona bu nedenle “başlık” denir. Alt başlık, üst başlığa dair açıklayıcı ve ayrıca çerçeve belirleyici (bazen başlığı detaylandıran) bir işleve sahiptir. Tezin başlığı, tezde temellendirilmek istenen en kapsamlı önermedir. Bu özelliğiyle başlık, çalışılmak istenen konunun çerçevesini az çok kesin olarak belirler. Başlığın belirlenmesi, konuya dair geniş ve birçok bakımdan ayrıntılı bir okuma yapmış olmayı gerektirir. Ancak böyle bir ön çalışma sonucu konuya dair felsefe tarihinde var olan ve güncel tartışmalarda ortaya konan farklı temel duruşlar genel hatlarıyla bilinebilir. Tez çalışması için seçilen başlık, ancak böyle bir çalışma sonucunda tam olarak belirlenebilir. Fakat teze en son hali verilinceye kadar başlık, ne kadar tam ve kesin olursa olsun, “geçici” başlık olarak kalacaktır/kalmalıdır.

Tezin Konusunu ve Amacını Belirlerken
Tez çalışmasında ne yapılmak, hangi konunun/sorunun ele alınıp incelenmek istendiği, bunun ne kadar sürede ve öncelikli olarak hangi kaynaklardan yararlanarak (“Birincil Kaynaklar” ve “İkincil Kaynaklar”) yapılmak istendiği, “Tez Önerisi” başlığı altında hazırlanacak en fazla on sayfalık bir ön çalışmada derli toplu ortaya konmalıdır. Bu öğrenciye bir perspektif sunacaktır, zaman tasarrufu sağlayacaktır ve başarılı olması için önemli bir teminat olacaktır.
Belli bir ön araştırmadan sonra tezin başlığı ve varsa alt başlığı belirlendikten sonra yapılması gereken, tezin başlığında ifadesini bulan ana düşüncenin açıkça formüle edilmesidir. Buna üretilecek tezde incelenmek/ele alınmak istenen konunun tanımlanması da denebilir.
Konunun belirlenmesi, bir bakıma tezde ele alınıp incelenecek sorunun da az çok tanımlanması demektir. Fakat, konuyu, incelenecek bir teorik soru ya da teorik olarak çözümlenecek pratik bir sorun olarak açıkça dile getirmek gerekmektedir. Ancak bu yapıldıktan sonra tezin amacı da açıkça belirlenebilir. Tezin amacı, ele alınmak istenen konu çerçevesinde ifadesini bulan soruya veya soruna ilişkin üretilmek istenen yanıtın ve/veya çözümün tanımlanması ile alakalıdır. Böylelikle tezin amacı da belirlenmiş olur.
Ne var ki, tezin amacının belirlenmesi, tek başına yetmez. Belirlenen amacın, ele alınacak soru veya sorun bağlamında şimdiye kadar üretilen yanıt veya çözüm önerileriyle hangi bakımdan aynı veya benzer ve (daha da önemlisi) hangi bakımdan farklı olduğunun gerekçe ve konuya dair literatürden getirilecek kanıtlarıyla ortaya konması gerekmektedir. Ancak bu yapılabildiği oranda çalışılmak istenen tezin çalışılması için gerekli gerekçe gösterilmiş ve kanıtları getirilmiş olur. Tez çalışmasına başlanabilir.

Tezde Araştırılacak Sorunun Tanımlanması
Tezin gerekliliği gösterildikten sonra, tezde çalışılmak istenen konunun, ele alınmak istenen sorunun felsefe tarihi ile ilişkilendirilmesi mümkün olacaktır. Belirlenen bir sorunun, teorik ise, düşünce ve felsefe tarihinin hangi döneminde ve/veya hangi filozofta ya/ya da hangi felsefi akımda incelenmek, pratik ise, hangi kuram ya da kuramcı(lar) açısından ele alınmak istendiğinin gerekçeleriyle ortaya konması gerekir. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken husus, şimdiye kadar yapılmış olan bir çalışmanın derinleştirilmesidir, tez aşamasına kadar üzerinde hiç durulmamış ve çalışılmamış bir konu, tez konusu olarak seçilmemelidir.
Bu yapıldıktan sonra, ele alınmak istenen teorik veya teorik olarak çözümlenecek pratik sorunun, felsefe tarihinde nasıl ele alındığının ve bu süreçte hangi ana düşüncenin, farklılaşmaların ve varsa hangi akımların ortaya çıktığının sergilenmesi gerekir. Ancak bu koşul yerine getirildikten sonra, yapılacak olan tez çalışmasının amacı tam olarak belirlenebilir.  Böylelikle tezin, konuya dair şimdiye kadar yapılan diğer çalışmalardan farkı ve onların karşısında yeniliği/özgünlüğü gösterilebilir.
Tezin konusunu belirlerken güncellik fetişizmine düşmemek önemlidir. Son derece tarihsel bir konu da tez konusu yapılabilir ve eğer tez çalışmasında ortaya çıkan teorik veya pratik bilgi ve argümanlar konuya dair araştırmaya özgün katkı sunuyorsa, çalışma zaten son derece “güncel” olacaktır. Fakat tez önerisi için en tarihsel konular dahi seçilse, öneride konuya ilişkin en güncel araştırma sonuçları ve tartışmalar ile ilişkisi kurulmalıdır.
Diğer taraftan konu son derece güncel olabilir. Fakat en güncel konunun dahi tarihsel bir boyutu, araştırma ve tartışma geçmişi vardır. Bu nedenle güncel konuları da felsefe, düşünce ve (gerekli ise) bilimler tarihi ile ilişkilendirmek anlamlı olacaktır.
Kısacası; tez konusu seçilirken en tarihsel konuyu, güncel olana ve en güncel konuyu, tarihsel olana bir katkı olarak araştırmak/incelemek ve bir tez çalışması çerçevesinde sonuçlarını ortaya koymak gerekmektedir. Bu, genel bir kural olarak alınabilir.

Tezde İzlenecek Yöntem Temellendirilirken
Tez çalışmasında araştırma yapılırken ve araştırmanın sonuçları yazılı hale getirilirken izlenecek yöntem, hem çalışmanın başarısı, hem de zaman ekonomisi bakımından yaşamsal öneme sahiptir. Hazırlanmak istenen her tezin kendi konusu, içeriği ve çerçevesinden kaynaklanan kendine has yöntemsel ilkeleri olacaktır. Adayların bunu bilince çıkarması ne kadar erken olursa o kadar iyi olacaktır. Fakat yine de bazı genel belirlemeler yapmak mümkündür.
Çalışmanın konusu ister kuram ağırlıklı olsun, ister pratik; seçilen konu, ister ağırlıklı olarak tarihsel bir konu olsun, isterse daha çok güncel bir konu; görebildiğim kadarıyla yöntemsel yaklaşım sorunu, yöntemsel-kuramsal bir çerçeve de sunacak iki kavram ikilisine başvurularak büyük oranda çözülebilir. Bunlar; tarihsel-sistematik ve analiz-sentez kavram ikilisidirler.

Tarihsel-Sistematik Yaklaşım Üzerine
Tarihsel-sistematik yöntemden kastedilen şudur: izlenecek yöntemin tarihsel boyutu uygulanırken araştırılacak olan düşünürler, konular, soru ve sorunlar kendi tarihsel bağlamlarına oturtularak ve kendi orijinal bağlamlarında incelenerek araştırılmalıdır. Son yıllarda biraz moda olan bir kavramla belirtecek olursak; tarihsel olanla kendi bağlamında, yani orijinalliğini koruyarak “empati” kurabilmek gerekmektedir. Tarihsellik bağlamı, incelenen/araştırılan düşünürün, düşüncenin, konunun, teorik ve pratik sorunun kendi tarihsel orijinalliği içinde kavranmasına yardımcı olacaktır.
Bu nedenle tarihsel-sistematik yöntemin tarihsel boyutu, incelenecek düşünürlere, konulara vesaire dair mümkün olduğu kadar “orijinale uygun” bir tablo sunmayı amaçlamaktadır.
Bu bağlamda sorulacak soru, ‘bu nedir?’ ya/ya da ‘bu ne anlama geliyor?’ olacaktır. Bu sorunun yanıtını araştırırken ortaya çıkacak yanıt, bizi tarihsel-nesnel olana götürecektir.
Fakat araştırma yöntemi, sadece bununla sınırlı değildir. Eğer sadece tarihsellik ile sınırlı tutulur ise,  izlenecek yöntem, söz konusu düşünürün, konunun, sorunun vesaire kendi orijinal tarihsel bağlamında mümkün en orijinal bir şekilde incelenmesine/araştırılmasına yardımcı olabilir. Ama salt tarihsel yaklaşım, incelenen düşüncenin, araştırılan konunun bugün için ne anlama geldiğini ya da bugünün sorunları için ne anlam ifade ettiğini/edebileceğini sergilemeye yetmemektedir.
Zaten bilimsel ilerleme sadece tarihsel olanı ortaya koyma ve doğru yorumlamakla olmamaktadır. Bilimsel ilerleme aynı zamanda konunun, sorunun vesaire şimdiki zaman bağlamına oturtulması ile mümkün olmaktadır. Bu, tarihsel-sistematik yaklaşımın özellikle sistematik boyutu çalıştırılarak yapılır.
Bu nedenle; tarihsel-sistematik yöntemin sistematik boyutu, araştırmacıya incelenen/araştırılan konunun, soru ve sorunun, araştıran açısından ne anlama geldiğini sorma ve araştırma olanağı sunmaktadır. Bu, konunun, konu ne kadar tarihsel olursa olsun, güncel olanla, yani şimdiki zaman ile bağlantısını kurma fırsatı sunacaktır. Bu nedenle araştırma yönteminin ikinci boyutunun sistematik olması kaçınılmazdır ve tarihsel olanı tamamlamaktadır.
Yöntemin uygulanacak sistematik boyutu, tarihsel bağlamdan soyutlayarak düşünceyi düşünce olarak sorgulamayı, soruyu soru olarak incelemeyi ve incelenen düşünürü çağdaşımızmış, araştırılan konuyu çağdaş konumuzmuş gibi ele alıp güncel sorunların çözümü için ne anlama geldiği/gelebileceği açısından ele alma fırsatı verecektir. Bu bağlamda sorulacak soru, ‘bu bugün benim/bizim açımızdan ne anlama geliyor?’ sorusudur. Yöntemin sistematik boyutu, güncel-öznel olana götürecektir.

Analiz ve Sentezin Yöntemsel Olarak İşlevli Kılınması Üzerine
Yöntemsel yaklaşımın tarihsel-sistematik boyutu, tarihsellik bağlamında araştırılan/incelenen düşünürü, konuyu, soruyu vesaire bir nevi bir teleskop/mercek gibi uzaklaştırıp yakınlaştırarak iş görürken; analiz ve sentez, tez konusu ya/ya da sorusu bizzat incelenirken/araştırılırken ve incelenen/araştırılan konusunda elde edilen verilerin/bilgilerin/düşüncelerin derli toplu ortaya konması sırasında başvurulan yöntemsel araçlardır (analizin ve sentezin doğanın ve toplumun kendi “doğal” süreçlerinde ve işleyişinde nasıl çakıştığı burada düşünüm dışıdır).
Analiz (bazen “çözümleme” de denir), incelenen konunun araştırılan sorunun, ayrıntılara varana kadar ayrıştırıp sergilenmesi demektir. Yani bir konu, soru veya sorun bir bütünlük arz etmektedir. Her konu bir konular yumağıdır, her soru bir sorular yumağıdır, her sorun bir sorunlar yumağıdır. Bu bütünün, tüm unsurlarına kadar ayrıştırılması gerekmektedir. Bu yapılırken amaç, bütünün bütün olarak karşımızda dururken içinin ve içindeki unsurlar arasındaki ilişkilerinin ya görülmemesi ya da çok azının görülmesidir. Konuyu bir “alana” serip yaymakla, içinde gizli olan, ilk bakışta görünmeyen yanlar ve ilişkiler, ortaya çıkarılmaya çalışılır. O halde, analiz, ayrıntılar ve içte saklı olan ve ilk bakışta görünmeyen her şeyin görünür kılınması için başvurulan ayrıştırıcı ve sergileyici mantıksal bir araçtır.
Sentez, analiz sonucu ayrıştırılan ve incelenen bütüne ilişkin elde edilen tezin/düşüncenin tutarlı bir şekilde ortaya konması için başvurulan mantıksal bir araçtır. Burada dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta vardır: birincisi; analiz işine girişildiğinde eldeki bütün olan ile analizden sonra elde edilen düşünce sonucu ortaya konmaya aday bütün, aynı bütünler olmayacaktır. Zira analiz sonucu nesnel olana, kaçınılmaz olarak öznel değer karışmıştır. İkincisi; yapılan analiz sonucu ulaşılan ana düşüncenin/tezin, yani bütünün yeni bir açıdan ortaya konması gerekmektedir. Ortaya konulacak olan bütünün, buna artık yeni bir açıdan yeni bir sentez de denebilir, iç bütünlüklü ve tutarlı olması gerekmektedir. Sentezin olabilmesi için, sonuç noktasının baştan bilinmesi gerekmektedir. Bu, başlangıç noktasının da az çok kesin olarak belirlenmesine yardımcı olacaktır. Elbette her konuda olduğu gibi bu konuda da tez ile ilgili her şey son nokta konuncaya kadar geçici olmak durumundadır.

Tezin içerik ve zaman planlamasına dair
Şimdiye kadar söylenenler, genellikle tezin konusunun araştırılmasını/sorusunun incelenmesini konu edinmektedir. Kaleme alınacak tezin pratik olarak doğrudan kaleme alınmadan önce yapılması gereken bir konuya gelmiş bulunuyoruz şimdi.
Bu aşamada, yani doğrudan yazmaya geçmeden ince, kaleme alınacak tezin, iki yanıyla pratik (somut) olarak planlanması gerekir. Önce, yapılan araştırma/inceleme sonucu ulaşılan ana düşüncenin mantıksal kaç adımda ortaya konmak istendiğine karar verilmesi gerekmektedir. Buna tezin içindekiler bölümünün taslağının yazımı da denebilir. Bu, yani tezin yazımının içerik olarak planlanması, gerekli olan başka bir şeyi daha mümkün kılacaktır. Tez yazımının her adımının zaman bakımından sıkı bir şekilde planlanması gerekmektedir. Bu ancak tezin konusu, içeriği ve içeriğin teker teker kaç mantıksal adımda ortaya konacağı konusunda karar verdikten sonra mümkün olacaktır. Karar altına alınan her bölümün yazılabilmesi için ne kadar zamana gerek duyulduğuna (zaman cimriliği ilkesinden hareketle) karar verilmeli ve bu konuda mümkün olduğu kadar son derece disiplinli ve tutarlı olunmalıdır. Aksi durumda tez yazım zamanı anlamsız ve gereksiz bir şekilde uzatılacaktır. Tez yazımı uzadıkça, tezden duygusal olarak uzaklaşma tehlikesi gittikçe artacaktır. Lisans tezi en fazla altı ayda, yüksek lisans tezi en geç bir yılda ve doktora tezi üç yılda tamamlanmalıdır.


Not: konuya ilişkin sayısız yayım bulunmaktadır. Doktora tezimi hazırlarken Umberto Eco’nun konuya ilişkin yararlandığım çalışmalarını hatırladım. Örneğin: Bilimsel Bir Bitirme Çalışması Nasıl Yazılmalıdır.