-
I -
PDF için tıklayınız...Filozof deyince sıkça hemen akla
üstü-başı pasaklı, saçı-başı dağınık, saçı-sakalı birbirine karışmış kişiler
gelir. Bu kanıyı teyit edecek birçok filozof örneği vardır. Fakat bu tür
örnekler sadece filozofların arasından çıkmaz. Bu, yaşam biçimine dair bir
tercihidir ve herkes bu konuda özgürdür. Tarihsel bir filozof olarak
Aristoteles bu genel, filozof yaşamına dair bir tercihi mutlaklaştırıcı kanıyı
çürütür. Aristoteles’in yaşamı hakkında en önemli antik kaynak olan Ünlü
Filozofların Yaşamları ve Öğretileri’nde Diogenes Laertius, Aristoteles’in
giyimine kuşamına çok dikkat eden, saç bakımını çok önemseyen ve takısını da (parmaklarındaki
yüzüklerini de) eksik etmeyen bir kişi olarak betimler.
Aristoteles, hali vakti
yerinde olan, malı mülkü olan, dönemin zengin bir ailesinden gelir. Babası,
Makedon kralı Amintas’ın hem yakın arkadaşı ve doktoruydu. Aristoteles de
ailesinin Makedon sarayıyla olan bu yakın ilişkisini sonuna kadar sürdürdü.
Zengin ve soylu bir aileden geliyordu. Evet, o zaman bütün zengin ve soylu
aileler gibi Aristoteles’in de köleleri vardı. Fakat kendisine hizmet etmiş
kölelerin ticaret nesnesine dönüştürülmesine de, alınıp satılmasına da karşıydı.
En azından vasiyetinde, ölümünden sonra, “benim evimde hizmet vermiş genç erkek
çocukların” (kölelerin) satılmayıp evde tutulmasını ve yaşlarına ulaştıklarında
“hak etme durumlarına göre” serbest bırakılmalarını (“özgürlüklerini elde
etmelidirler”) buyurmuştur.
Fakat diğer taraftan statü
bilincinin ne kadar güçlü olduğunu, vasiyetinde, ölümünden sonra sevgilisi
Herpillis’in yeniden evlenmesi üzerine bile düşünmüş olmasında görüyoruz. Zira
Aristoteles’e göre, Herpillis, “arzu ederse”, bir başkasıyla evlenebilmelidir.
Fakat seçeceği erkeğin Aristoteles’e layık birisinin olmasına dikkat edilmelidir.
-
II -
Aristoteles, felsefi duruşunu
ve felsefi bakışını, Platon başta olmak üzere genellikle kendinden önceki filozoflarla
tartışarak ortaya koyar. Burada “genellikle” diyorum, çünkü Aristoteles’in
eserlerinde sürekli işaret ettiği gibi, örneğin biyolojide ve mantıkta olduğu
gibi, birçok felsefi ve bilimsel disiplini, örneğin Sofistlerin Çürütmeleri’nde
formal mantığa (συλλογισμός/sillogismos/ sillogizme ya da tasıma) ilişkin
belirtmiş olduğu gibi, kendi deyimiyle tamamıyla “sıfırdan” kurmak zorunda
kalmıştır, çünkü bu konuda daha öncekilerden kalan “kesinlikle bir şey yoktu”. Aristoteles
araştırmacıları ve tarihçileri, Aristoteles’in bu iddiasını bugün abartma
olarak görür. Zira W. D. Ross’un Analitikler’in 1957 baskısına yazdığı “Giriş”te
işaret ettiği gibi, Aristoteles’ten önce de mantık ve mantıklı düşünmenin
sorunları ve paradoksları üzerine düşünülmüştür. Fakat Aristoteles’ten
öncekilerin hiçbiri, Aristoteles gibi, bağımsız bir denemede (Birinci
Analitikler) bunları sistematik olarak ortaya koymayı ve çözmeyi denememiştir.
İşte bu bakımdan Aristoteles gerçekten “sıfırdan” başlamıştır denebilir.[1]
Sıfırdan başlamadığı birçok durumda da, örneğin mekan ve zaman kuramı üzerine olan
tartışmada olduğu gibi, insanlığın bugüne kadar çözmeye çalıştığı uzun ve büyük
tartışmaları başlatmıştır.
Başka birçok konuda Aristoteles
kendinden önceki filozofların yapmış olduğu çalışmalara dayanabiliyordu. Bu
durumlarda, ele alıp incelediği hangi konu ise; ya örneğin Fizik’te olduğu gibi,
neredeyse ta baştan itibaren önce kendinden önceki düşünürlerin görüşlerini ele
aldığı konu bağlamında özetleyip, tartışarak kendi düşüncelerini sergiler; ya
da örneğin Metafizik’te (örneğin 3. Bölüm’de) olduğu gibi önce kendi
düşüncesini ortaya koyar ve sonra bunu kendinden önceki filozofların konuya
dair düşünceleri ile ilişkilendirerek tartışır. Bazen ortaya koyduğu bir
duruşu, gözlemi, düşünceyi ya da ilkeyi desteklemek için de tarihten isimlere
gönderme yapar veya onları aktarır.
Farklı kaynaklarda Aristoteles’in
kendinden öncekilere sürekli gönderme yaptığına ve felsefesini kendinden
öncekilerle tartışarak geliştirdiğine işaret edilir. Ne var ki bunun ne anlama
geldiği çok irdelenmez. Fakat kanımca en başta tam da bunun, yani Aristoteles’in
düşüncelerini ortaya koyarken incelediği konu bağlamında düşünce, bilim ve
felsefe tarihine neden başvurduğu sorusunu irdelemek gerekir. Burada sergilenen
yöntemsel yaklaşımdan felsefe yapmanın yöntemine dair de birçok şey
öğrenilebilir. Aristoteles, ele aldığı konuları incelerken ve araştırırken düşünce,
felsefe ve bilimler tarihine başvururken stratejik olarak birbirini tamamlayan
birçok farklı amaç güder. Bunları belki de iki başlık altında toplamak mümkün
olabilir.
Birincisi; onun bu yöntemi
seçmesinin nedeni, kendi başına bağımsız bir duruş ortaya koyamıyor olmasından
kaynaklanmaz. Bu yöntemi seçmiş olmasının nedeni, en başta, onun daha çok
felsefeye ve bilimlere tarihsel bir bakışa sahip olmasından kaynaklanır. Bu
nedenle Aristoteles aynı zamanda büyük bir felsefe tarihçisidir de. Bugün de
geçerli olan bir ilkeye göre, insan, felsefi bir duruş ortaya koymak istediği her
hangi bir konuda kendinden öncekilerin neler düşündüğünü, neler ürettiğini,
neler ortaya koyduğunu bilmesi gerekir. Felsefe ve bilimler tarihini aynı
zamanda bir ilerleme tarihi olarak kavramak gerekir. Ancak bunun sayesindedir
ki insan geçmişte düşüncede yapılan yanlışlara düşme, eksikleri sürdürme
tehlikesine karşı kendini koruyabilir. Aristoteles, deyim yerindeyse kendinden
öncekilere bu negatif yaklaşımı, örneğin Fizik’de uygular. Aristoteles’in bu
bağlamda başvurduğu yöntemsel ilkeyi, eski çağda yaygın olarak başvurulan Reductio
ad absurdum (Latince: “saçma olana indirgeme”) yöntemi olarak tanımlayabiliriz.
İkincisi; gerek toplumlar
tarihinde olsun gerek düşünce, felsefe ve bilimler tarihinde olsun daha
öncekilere sadece tarihsel-eleştirel olarak yaklaşılmaz, aynı zamanda
sistematik olarak, örneğin bizim bugün çoğu kez Aristoteles’i okumaya çalıştığımız
gibi, çağdaş sistematik-eleştirel olarak da yaklaşabilir. Bu durumda eskilerin
düşünceleri sistematik olarak yeni yaklaşımlar, duruşlar, bakışlar ve sistemler
çerçevesinde faklı biçimde kelimenin olumlu anlamında işlevli kırılabilir.
Aristoteles’in kendinden öncekilerin öğretilerine yaklaşırken sıkça bu
yöntemsel ilkeye de başvurduğunu görüyoruz. Aristoteles, bunu yaparken iki şeyi
aynı anda yapıyor:
Bir; deyim yerindeyse felsefi
gelenek ancak bu şekilde oluşabilir –ki bu aynı zamanda felsefe ile teoloji
arasındaki önemli bir farka işaret eder. Teolojide gelenek neredeyse sadece
olumlama üzerinden oluşturulur. Yeni kuşaklar eski kuşaklara neredeyse bütün özgünlüklerini
yok edercesine yapıştırılır. Teolojiden
farklı olarak felsefede gelenek, eleştiri ve olumlama, süreklilik ve kopuş ilkesi
üzerinden kurulur. Teolojide eskilerin yaptığı belirlemeler ve betimlemeler
genellikle tekrarlanır; felsefede eskilerin sorduğu soru birçok açıdan yeniden
sorulur; geliştirdikleri çözüm önerileri yeni baştan sorgulanır. Aristoteles, Fizik’te
kendinden öncekilerin geride bıraktığı esere bakarken özellikle neye baktığını
bir pasajda bir cümlede ifade ediyor: Eskilerde “iyi sorulmuş sorular” var
mıdır? Zira doğru soruyu iyi sormak, çözümün yarısı demektir. Diğer taraftan
sorulmuş iyi sorular var ise, bu durumda bunların yanıtına ilişkin
geliştirilmiş “iyi çözüm yolları” var mıdır (Fizik Δ(IV) §2)?
Eskiçağ Yunan filozoflarının
hemen hepsi, Aristoteles’in bu yaptığını yaptığı için bir okul
oluşturabilmişlerdir. Bunun içindir ki antik Yunan’da bir felsefe okulundan
bahsedebiliyoruz. Antik Çin’de bir felsefe okulundan ve felsefi bir gelenekten
bahsedebilmemizin nedeni de budur.[2]
İki; Aristoteles’in bunu
yaparken gerçekleştirmeye çalıştığı ikinci amacı, birincisiyle yakından
ilgilidir. Aristoteles, kendisinden önce biriken her şeyi bir araya toplayıp
sistemleştirmek ve sentezlemek istiyor. Birikmiş olan bilgi bunu hem mümkün hem
de zorunlu kılıyor. Onun, ele aldığı her konunun ta baştan itibaren tarihle bu
kadar yakından ilgilenmesinin aynı zamanda bundandır. Bu nedenle Aristoteles’e,
antik Yunan felsefesinin ansiklopedik kafasıdır, denir.
Bu söylediklerimizin
Aristoteles’ten yöntemsel olarak felsefe öğrenme açısından ne anlama geldiği
soruya tekrar dönelim. Yukarıda Aristoteles’in kendinden öncekilere yaklaşırken
sergilemiş olduğu ve iki başlık altında toplamaya çalıştığım yöntemsel ilkeye, düşüncenin,
düşünce ve felsefe tarihi ile dolayımlanması denebilir. Eğer felsefenin nasıl
yapılması gerektiği konusunda Aristoteles’ten öğrenilecek bir şey varsa –ki çok
şey vardır-, bu en başta düşüncenin tarihiyle dolayımlı olarak ortaya nasıl konması
gerektiğidir. Aristoteles, bu yöntemsel ilkeyi sistematik olarak uygulayan ilk büyük
filozoflardandır.
-
III -
Michel de Montaigne’in
Aristoteles hakkında yaptığı bir belirleme var. Ünlü Denemeler’in değişik baskılarında farklı biçimde aktarılan belirlemede Aristoteles için “Aristote,
qui s’interroge sur tout” (“her şeyi araştıran/sorgulayan”) ya da “Aristote, qui remue toutes choses” denmektedir (I/iii).
Son alıntıda kullanılan oldukça farklı anlamları ve zengin içeriği olan remuer
fiili İngilizceye bazen “her şeyi karıştıran ve tartışan” bazen ise daha
fantezi dolu bir mecaz ile “her tür suda bir cevheri vardır ve her şeyle karışır”
olarak çevrilir. Bu kavramı Türkçeye, kelimenin olumlu anlamında,
“Aristoteles’in her çorbada tuzu vardır” diye çevirebiliriz. Montaigne’in
Aristoteles’e ilişkin yapmış olduğu belirlemenin üzerinde biraz duralım; çünkü
bu bize Aristoteles’in hem kişiliğinin hem de geride bırakmış olduğu eserin
niteliğini farklı bir açıdan tanımlama olanağı sunacaktır.
Gerek bağlaçtan önceki, gerekse
bağlaçtan sonraki bölümde olsun, cümlenin her iki bölümünde de Aristoteles’in
her bakımdan evrenselliğine işaret ediliyor. Felsefeye, hemen her bilim dalına ve
teolojiye kurucu ilkesel katkılarda bulunmuştur. Felsefede ve bilimlerde bugün
artık sorgusuz akademik disiplin olarak kabul edilen birçok disiplin ya
Aristoteles tarafından kurulmuş ya da kurucu büyük katkılar yapmıştır. Bunun
için, yukarıda Fizik’ten aktardığım bir alıntıya dönecek olursak, Aristoteles’in
deyimiyle ya “iyi sorulmuş sorular sormak” gerekir. Eğer her anlamlı bilgi ve bilim
pratiğine ilişkin arayışın başlangıcı için gerekli olan iyi sorulması gereken iyi
sorular önceden sorulmuş ise, bu durumda sorulan sorulara yanıtlara ilişkin ve
anlamlı bilimsel pratik için çözülmesi gereken sorunlara dair “iyi çözüm yolları”
geliştirip göstermek gerekir. Aristoteles her iki bakımdan da tam anlamıyla
evrensel bir zihinden beklenen katkılar sunmuştur felsefeye ve bilimlere.
Aristoteles’in “her tür suda
bir cevheri vardır” demek, ne demektir? ‘Her tür suyun (felsefenin ve
bilimlerin bütün dallarının oluşumuna) temel (‘ana maddesel’) katkıda
bulunmuştur’ demektir. Bu kadar geniş bir alanda etkin olup kalıcı eserler
verebilmenin önkoşulu, her şeyden önce evrensel bir ilgi ve yeteneğe sahip
olmaktır. Aristoteles’te hem evrensel bir zihin, hem evrensel bir ilgi, hem de yetenek
vardır. Yukarıda Diogenes Laertius’un alıntıladığım eserinde Aristoteles’in 4
yüze yakın kitap yazdığı belirtilmektedir. Bunların bize ancak üçte birinden
biraz fazlası ulaşmıştır –ki bunlar Aristoteles tarafından derste kullanmak
üzere hazırlanmış notlardan oluşmaktadır, yani yayınlanmak üzere hazırlanmış
eserler değildir. Bu nedenle okunması ve anlaşılması zorlaşmaktadır. Burada söz
konusu ana maddesel katkı, onun geride bırakmış olduğu eseri, “her şeyle
karışır” yani evrensel ve her alanda ‘maya çalınır’ kılmaktadır.
Geride bırakmış olduğu eser
bunun en iyi kanıtıdır. Aristoteles’in felsefesi, neredeyse ta başından
itibaren uluslararası olmuştur. Birbirine karşı yüzyıllarca savaşmış ulusların
ve kültürlerin ortak filozofu olmuştur, yani aynı zamanda uluslar ve kültürler
üstü bir filozoftur Aristoteles. Arap düşünce tarihinin “altın çağı”nda
“birinci usta”dır Aristoteles. Avrupa Ortaçağı’nda “tek filozof” olma unvanına
layık görülmüştür. Bütün Yeniçağ ve Modernlik aynı zamanda Aristoteles’i
alımlama ve tartışma tarihidir de. Öyle ki, Jonathan Barnes, “Aristoteles’in,
ölümünden sonraki entelektüel tarihini anlatmak, Avrupa düşünce tarihini
anlatmak anlamına gelir” demiştir. Aslında Yeniçağ ile birlikte Aristoteles’i
okumak ve anlatmak, insanlığın düşünce tarihini okumak ve anlatmak olmuştur;
çünkü Aristoteles artık bütün dünyada, Dante’nin İlahi Komedya’da Aristoteles’e
atfen kullandığı bir tabir ile belirtecek olursak, “bilenlerin ustası” olmuştur.
Kaynaklar:
- Ackrill, J.L., Aristotle The
Philosopher, Oxford University Press, 1981.
- Barnes, J., Aristoteles, çev.
Bahar Öcal Düzgören, Altın Kitaplar, İstanbul, 2002.
- Ross, D., Aristoteles, çev. Ahmet Arslan vd., Kabalcı Yayınevi,
İstanbul, 2011.
[1] Fakat
sonraki kuşak filozoflar, özellikle Skolastikçi filozoflar, Aristoteles’in
mantık üzerine çalışmalarını bununla sınırlı görme eğiliminde olmuş olsalar da,
Aristoteles’in gerçek argümanları yanlış argümanlardan ayırmaya ayırmış olduğu
mantık üzerine çalışmaları, sillogismos kuramı ile sınırlı değildir ve mantık
üzerine çalışmalarını toplayan Organon’a Retorik de dâhil edilebilir. Hegel’in Mantık
Bilimi’nde gösterdiği Aristoteles’in mantık kuramı, kapsayıcı bir diyalektik
kuramı çerçevesine de yorumlanabilir.
[2] Zaman
zaman felsefenin Türkiye’de neden “yerli” olamadığı konusunda yakınıldığına
rastlanır. Kanımca sorunun felsefecilerden kaynaklanan bir yanı, yukarıda
Aristoteles bağlamında sergilediğim, tarihiyle ilişkilenme işinin ülkemizde
yeterince yapılamaması ile ilgilidir. Hemen her ülkenin felsefi gelenekleri ve
sorunları üzerine düşünülür, ama kendi geleneğimizin varlığı ya da yokluğu,
varsa sorunlarının neler olduğu konusunda hemen hiç fikir yürütülmez.
Türkiye’de filozoflar arasında felsefi tartışmaların çok nadir olması da birçok
bakımdan bu durumla ilgilidir.